top of page

Satranç

  • Berkem Koşma
  • 10 Nis 2017
  • 2 dakikada okunur


Modern Klasikler Serisi’ni sırayla olmasa da okumaya devam etmekteyim su aralar. Yakın zamana kadar tek bir klasik bile okumamış olan ben bu serideki üçüncü kitabımı bitirdim ve dördüncüsü de yolda. Okuduğum her klasikle beraber geçmişteki ön yargılarımı ne kadar da yanlış olduğunu bir kez daha anlıyorum. Zweig'in Satranç adli kitabını okuma sebebim aslında tamamen kitabın ismiydi ilk başta. Çocukken çok fazla oynadığım, turnuvalarına katıldığım bir oyundu ve çok severdim. Hoş satranca küsmüş değilim ama eskisi kadar oynamıyorum. Başka oyunlara verilen öncelikler -genelde bilgisayar oyunları- online olarak oynandığında eski tadı vermemesi ve online harici oynayacak rakibin pek bulunmaması benim için eskisi kadar çok oynamamamın sebepleri arasında sayılabilir. Önceleri babamla günde üç parti oynadığım zamanları hatırlarım. Babam her defasında yendiğinde daha da hırslanıp oynama isteği duyardım ta ki ben yenene kadar. Oyunu oynarken ben kendime göre etkileyici ve zekice bir hamle yaptığımda babamın yüzündeki o telaşı ve şaşkınlığı görmeyi arzulardım. Fakat her seferinde babamın sanki benim hamlelerime çoktan hazırlıklıymış gibi sakin bir yüz ifadesiyle karşılaşırdım. İşte o zaman satrancın psikolojik bir yanı olduğunun farkına vardım.


Bilindiği üzere satranç iki kişilik bir oyun. Altmış dört karelik sınırlı bir alanda iki adet beynin stratejik savaşı denilebilir. Tek olarak oynanması mümkün değil. Bilgisayarda yapay zekayla oynamayı saymıyorum çünkü o biraz farklılık içeriyor. Psikolojinin en bilindik isimlerinden Zweig satranç sporunu kullanarak psikolojinin en önemli rahatsızlıklarından birine ışık tutuyor. Zeka ve strateji oyunu olarak da bilinen satranç yoğun bir düşünce ve öngörü yeteneği isteyen bir oyun. Rakibin hamlelerini önceden tahmin edip o hamleleri karşılamak gerekiyor. Peki, oyunu tek başınıza oynamak zorunda kalsanız ne düşünürdünüz? Zweig bir bakıma bu sorunun cevabını psikolojiyle harmanlıyor. Bir Avusturyalı olmasından kaynaklı olarak da kendi hayatının izlerini de öyküye eklemeyi unutmuyor. Tüm bunlar birleşince oldukça akıcı ve kaliteli bir öykü ortaya çıkıyor. E bize de okumak düşer değil mi?


Comments


© 2023 by The Artifact. Proudly created with Wix.com

bottom of page